"Reis Bey" Film Tahlili
- Zeynep Sınar
- 19 Eyl 2022
- 4 dakikada okunur
‘’Merhamet hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir; baş aşağı bir cemiyeti baş yukarı edebilecek bir kudret…’’
İnsan duygularının esiridir. Ve hatta insanı diğer var olanlardan ayıran yegane fark da budur. Vicdansız, merhametsiz, düşüncesiz bir insan beşer yapımı bir robottan ne denli farklı olabilir ki. Bizleri biz yapan içimizdeki hisler, aklımızdaki düşüncelerdir. Bunun toplumsal yaşantıya ve sosyal bilimlere yansıması da bir o kadar önemlidir. Mesela tıpkı filmimizde de olduğu gibi birini yargılarken bu insani özelliklerimiz fazlasıyla derin bir yer tutar.
Karşımızdaki kişinin durumu, tutumu, hal ve hareketleri, sosyal yaşantısı gibi pek çok faktör vardır aslında göz önünde bulundurulacak. Son zamanlarda konuşulan yargı sürecinin yapay zekaya bırakılması da insani özelliklerin noksanlığı açısından tıkanan bir konudur. Vicdan ve merhamet… Bu yazıda en çok bahsi geçecek iki kelime ve Necip Fazıl’ın büyük eserinin anahtar kelimeleridir.
Reis Bey, esasında Necip Fazıl Kısakürek’in tiyatro olarak 1960 yılında kaleme aldığı bir eserdir. Halihazırda devlet tiyatroları başta olmak üzere pek çok kez oynanmıştır. Filmi ise 1988 yılında sinema izleyicisiyle kavuşmuştur.
Eserde Reis Bey, bir ağır ceza hakimidir. Ömrü otel odalarında geçmiş, yapyalnız ve tuhaf bir adam. Taş kalpli bir kanun tatbikçisi... Onun nazarında merhamet, idamlık bir suçtur ve "Cemiyette bir ferdi korumak için bin kişiye idam gömleği giydirmekten kaçınmamalıdır." Günün birinde, annesini öldürdüğü iddiasıyla huzuruna çıkarılan bir gencin idamına karar verir. Fakat sonrasında idam edilen gencin suçsuz olduğu ortaya çıkmış ve Reis Bey'in buz
gibi iç dünyası müthiş bir sarsıntı ile yerle bir olmuştur. Ettiği büyük ve acımasız lafların altında ezilmiş ve merhameti idamlık bir suç olarak görmesine rağmen ona muhtaç olan bir ağır ceza reisinin inanılmaz değişimi söz konusudur.
Bu eser özelinde ele alınması gereken iki önemli konunun olduğu aşikardır. Bunlardan biri kesinlikle hukuk yargılamasında ve günlük yaşantımızda merhamet duygusu ve vicdanın yeri, diğeri ise idam cezasının önü alınamaz sonuçlarının yarattığı tahribat ilişkisidir.
Filmde de bahsedildiği üzere Reis Bey hayatından insanı insan yapan büyük duyguları çıkartmış ve karşısındaki sanığı sadece kanun ve yazılı kurallara göre yargılayan biridir. Bu durumun olaya yansıması ise müthiş bir pişmanlık hissi getirmiştir. Reisin verdiği net ve hızlı karar sonucunda idam edilen suçsuz gencin idam edilmeden önce karşına geçip söylediği önemli bir söz vardır ki bu sözdür aslında sonradan Reis Bey’in içinde bir yerlere dokunan ve kalbini yumuşatan. ‘’Siz ağlayamazsınız Reis Bey. Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz. Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden.’’, demişti idam edilen genç. Tam karşısına geçip dosdoğru bunları söyledi. Durumu kendince özetledi aslında. Ağlamak insanın duygularını dışarı aktarmanın en manidar yoludur. Ağlamak bu katı ve materyalist dünyada hala insan olduğumuzun bir göstergesidir. Ağlayamamak da bir o kadar tehlikelidir. Bu husus o kadar derin bir kuyu ve o kadar ince bir çizgidir ki bir yanı cennet bir yanı cehennem misali… Ve Reis Bey büsbütün bu cehennemin içine düşmüş, cennet yolunu bulmaya çalışmaktadır. Kendi içindeki bu yolculukta insani yönlerinin gereklerini fark etmiş ve buna göre yepyeni bir adam olmuştur.
Psikolojik yanlarını uzmanlarına bırakıp hukuki ve ahlaki açıdan reisin ilk halini inceleyecek olursak da öncelikle şu belirtilmelidir: İnsan hata yapar. Hata, bir insanın yaşantısındaki en olağan durumdur. Dikkate alınacak husus hatanın şiddetidir. Ceza yapılan yanlışın ağırlığına göre verilir çünkü. En akla yatkın çözüm olarak yine ceza verilirken sanığın hali, yaşantısı, durumu, pişmanlığı göz önünde bulundurulur. Bu yüzden Türk Ceza Kanununda verilecek cezalar belli sınırlarla düzenlenmiştir. Alt ve üst sınırları takdir yetkisi ise hakime verilmiştir. Suç neyse, hangi şartlarda işlenmişse, ne tür silahlar kullanılmışsa bunların hepsi bu sınırlar içinde bir belirlemeye neden olur. Velhasılı Reis Bey kararını vermeden önce biraz daha bekleyebilir veya üst sınırdan vermeyebilirdi. Bu onun takdir yetkisinde olduğu için verdiği kararın ağır sorumluluğu omuzlarında bu denli yük yapmıştır. Merhamet burada da büyük rol oynamaktadır. İdam edilen gencin annesi yerine koyduğu dadısının infaz öncesi reise merhamet dilenmesi, reisin bunu kabul etmemesi ve en nihayetinde kendinin o merhamete muhtaç olması… En kısa haliyle bütün eserin özeti budur.
Bunun haricinde eser, idam cezalarının toplum içerisinde verdiği tahribatın büyüklüğünü de gözler önüne sermektedir. Can, insana verilmiş yegane hediyedir. Birçok inanca göre bu hediye ilahi bir güç tarafından bizlere verilmiştir. Dolayısıyla bunu almak da kanımca insan idaresi tarafından verilemeyecek kadar büyük bir karardır. Hata yapan birine yine aynı seviyede olan, hata yapmış veya gelecekte yapabilecek biri tarafından idam cezası verilebilmesi geri dönülemez yanlışlara sebep olmaktadır. Bu yüzden can alma kudretinin insana bahşedilmemiş bir güç olduğunu ve bunun altından kalkılamayacak kadar büyük laflar edilerek gündem malzemesi yapılmasının pek de doğru bir hareket olmadığını belirtmek gerekir. Kimse ölmüş bir bedeni geri getiremeyeceği gibi, onun oluşturduğu yıkımı da düzeltemez. Filmde de gördüğümüz üzere Reis Bey’in yaşadığı buhranın sebebi verdiği karardan dönemeyecek ve elinden bir şey gelemeyecek olmasıdır.
Nitekim, Kısakürek’in bu eserinden çıkarılabilecek tonlarca düşünce deryası vardır. Kişinin içine dönüp yaşantısını sorgulatacak cinsten bir oyun ve film demek çok da yanlış olmayacaktır. Vicdandan yoksun hukukçuların, sadece kitabi kuralı uygulayanların varlığı bu dünyada adaleti sağlama merkezi olmayacaktır. Hukuk büyük ölçüde siyasetin bir ürünü olsa da, temel adalet anlayışının her yerde ve dosdoğru şekilde uygulanacağı inancı bir ütopya olsa da, bu dünyayı daha yaşanabilir kılmak adına ihtiyacımız olan budur. Vicdanlı ve merhameti hayatından tamamen defetmemiş, aklı başında, dürüst ve ilkeli hukukçular… Tıpkı Reis Bey gibi, başarılı ve ilkeli ama bir o kadar da vicdan sahibi olmak, hem kendimiz hem de yaşantımız için en doğru bileşim olacaktır.
En iyisi olmaya çalışırken insanlığımızı kaybetmemek istemiyle…
ZEYNEP SINAR
Comments